Yazmak hayali, hayali yazmak

Written by:

Ne olmak isterdin sorusunun bendeki tartismasiz tek cevabi : Yazar olmak oldu, her zaman. Farklı zamanlarda bu soru aklıma geldikçe yada bana soruldukça hep ayni cevabi verdigimi animsiyorum. Veya bu, birde su, o da olabilir degil aksine bir kosem olsa bir gazete de bana ait, yeterde artardı bile.

Hikaye, okumakla başladı galiba. Anlatılan odur ki evdeyse her gelen misafirin yanina elindeki gazeteyle gidip yazanları okutan, yoldaysa etraftaki butun tabelaları okutmadan yürütmeyen çocuğa sonunda kendi kendine okuması öğretilir ve ilkokulu bitirdiğinde verilen bir koli kitap boylece toplanmaya baslar. Kapağında, mavi çerçevesinin icine yerleştirilmiş kocaman kirmizi bir kalp olan Edmondo de Amicis’ in “Çocuk Kalbi”, en net hatirladigim kitabım o yillardan aklımda kalan.

Yazma isinin benim hatirladigim kisimlarina ise belki biraz daha çocukça denebilir. Siirler var bir suru, kompozisyonlar. Kendi yarattigim karakterler, oyunlar, sohbetleri, hikayeleri. Okuldaki törenlerde okuduğum siirleri kendi yazdigim ölmüştür çok zaman. Cumhuriyeti, kurtuluşu, zaferi, çoşkuyu hissettiğimi hatırlıyorum. Ve annemin dogum günü hediyeleri. Ona yazılan siirleri hala saklar kendisi ve hatta daha o zamanlarda, yıllar sonra mühendislik fakültesinden mezun olacağım universitenin duvarlarıni süslemislikleri bile vardır. “Bunları yazan daha ilkokula giden bir çocuk, buna inanabiliyor musun?”, nidalarına sebep olarak. Ortaokulda kalemi benden güzel bir arkadaşımın da destegiyle yazıp ödül aldigim “Baris” kompozisyonunu yüzlerce kisinin önünde okuduktan sonrasi ise, kayip zaman.

Nasıl başladım tekrar? Çok kıymetli birine yazdigim mektup bir hatırlattı bana içimde olanları. Tabi mektup diyorum ama el yazimla yazıldıysada gönderilmesi bir zarf icinde olamadı ne yazık ki. Içinde bulunduğum çaresiz durumdan olsa gerek, benim acil posta servisim fotografini çekip mesaj atmak olmuştu. Peki ya zarfa koysaydım, iste o zaman günler alırdı göndermek. Sakarlık yapmadigim zamanlarda ki titizliğimle belki ondan fazla zarf harcardım. El yazım güzel mi olmamış, su harfleri biraz daha mi buyuk yapsam ,ortalanmadi galiba adres, pul mu yamuk dur bir daha bakayım vs. vs. vs.

Simdi neden yaziyorum dersen, bir sebebi su ki unutmak istemiyorum. David Eagleman’ in da kitabında bahsettigi gibi anilar manipüle edilebiliyor zira. Su an ne hissettiysem, ne olduysa, bir kosede aynen oldugu gibi dursun istiyorum. Yıllar sonra yine aklıma geldiginde, o gunun şartlarında degerlendireyim ama yine de bugun ne hissettiğimde de kendi ifadelerimle hatirlayabileyim. Bir yandan da paylaşmak istiyorum bazı seyleri. Bazen yükümü paylaşmak evet ama daha ziyade gezip gordügümü, öğrendiğimi, merak ettigimi ve tabi olan bitenin dünyanın obur ucundan nasıl göründüğünü.

Esas sebep ise galiba farklı, itiraf etmeliyim. Bazen kendime dışardan baktigimda once sadece bir yalnızlık çarpıyor gözüme. Sonrasi, maalesef karsimdaki bu görüntünün içinde kaybolmak oluyor. Aslolani göremeden, varligimdaki zenginliğin kıymetini ihanet içerisinde belki de, takip gidiyorum. O “bazen”lerde, kapıda durup baksam buraya; salonun bir ucunda balkonun kenarına doğru dayanmis gri bir köse koltuk. Uzerinde battaniyeyle örttüğü bacaklarının üstüne koyduğu bir bilgisayarda, yazı yazan bir adami gorebilirmisim gibi sadece.

Halbuki simdi bu yaziyi yazdigim yerden disariya bakmaya calistigimda kalabalıktan neredeyse hicbirsey gözükmedigini soyleyebilirim. Galaksinin tum yildizlari gibi ucusuyor harfler zihnimde, sonra kelimeler oluşuyor ve cümlelerle tam bir mana buluyor hersey. Sehrin en kalabalık caddesinde oturup etrafı seyretmek, oturduğun yerden ama yinede o yoğunluğun bir parçası olmak gibi bir his. Hicbir şey yapmadan yorulursun neredeyse, zamanin nasil geçtiğini anlamaya imkan olmaz. Üstelik hersey ahenk icinde diyemesemde, kalabalığın tam istediğim, tam özlediğim gibi hareket ettigini görmek harika. Benim dünyam, benim insanlarım, hayal ettigim ütopik yer. Çarpabilirsin, sendeleyebilirsin, koşmakta, dinlenmekte isteyebilirsin, düşebilirsin hatta. O yüzden bu dünyada kim varsa birbirinin yolunu kesmeyen cinsten, çarpışsalar mesela birbirlerine kesin özür dilerler, düşen olsa en az iki kisi eline uzatir kaldırmak icin, soluklanmak istersen göz göze geliveririsin bir digeriyle, sicak bir gülümsemeyle takip eder o ani, hafifçe kenara kayılır ve mutlaka o bankta sana da bir yer açılır.

Derken, bende butun bu kalabalık denizinin üstünde, sirtimi yavasca geriye atıp, kollarıma yavaşça yanlara açarak; bir yandan suyun serinliğini, bir yandan güneşin sicakligini hissederek soluklaniyorum. Dalgalarının üstünde saga sola salınıyorum ama burda simdi yinede bir ahenk var artık. Çırpınarak kıyıya dönmek icin soluksuz yüzmeye calismakta yok, ileride ki bir yere yetişmekte. Su anda, tam burada, zamanı yavaşlatmak, durup dinlenmek, düşünmek ve soluklanmami sağlıyor.

Giriş, gelişme, sonuç, üslup, imla vs. bunlara da sıra gelir ama bugun once bir damla da olsa ferahlığa ihtiyaç var, yazdıkça gelen.

Yazmak güzel şey.

Leave a comment

Latest Articles

Next: